Sessizlik Dolu İzlanda

       Merhaba, kış sessizliğinin yavaş yavaş hakim olmaya başladığı bu günlerde sizlere İzlanda yazından bahsetmek isterim. İzlanda gezimi 2-9 Haziran arasında gerçekleştirmiştim. Yani yaz sıcağında (!) ve gün ışığı 24 saat İzlanda’nın üzerindeyken.

       İlk olarak belirtmek isterim ki ülke haritada göründüğünden çok daha küçük. Bütün ülkeyi çevreleyen Golden Circle adı verilen bir tane karayolları bulunuyor. Bu karayolunu takip ederek istediğiniz şehirlere gidebiliyorsunuz, gayzerler, küçük köyler ve akarsular gibi ülkenin ortasındaki yerlere gitmek için de Golden Circle’dan ayrılan görece daha küçük yolları kullanmanız yeterli oluyor. Ben gezim boyunca doğu,batı ve güney İzlanda’yı ziyaret ettim. Yaklaşık 3-4 saat içinde ülkenin doğusundan batısına gidebiliyorsunuz 🙂 Gezimizi olabildiğince sıcak havalara denk getirmek istediğimiz için Haziran’ı seçtik. Daha sonra fark ettik ki seçtiğimiz tarih ülkenin tamamen gündüz yaşadığı, 24 saat gün ışığını aldığı döneme denk gelmiş. Aydınlığı daha rahat anlatabilmek için aşağıda kendi çektiğim fotoyu sizinle paylaşmak istiyorum. Gece saat 02.00 civarında çektiğim bu fotoğraftan da görüleceği gibi en karanlık olduğunda bile güneşi görebiliyorsunuz.

 

     Seyahatimiz boyunca çadırda kamp yapmayı tercih ettik. Böylece günün her saati uçsuz bucaksız İzlanda doğası ile iç içe olabilecektik. Her gün ülkenin başka bir yerinde sevdiğimiz ve kendimizi güvende hissettiğimiz bölgelerde kamp atarak zorlu 1 haftayı tamamladık. İzlanda’ya gitmek benim çocukluk hayalimdi ve seyahatim boyunca karşılaştığım bütün zorlukları göz önüne aldığımda kesinlikle hayatımdaki en güzel anlardan bir tanesiydi. Şimdi sizlerle karşılaştığım durumlar ve bunların düşündürdüklerini paylaşmak istiyorum.

      İlk olarak İzlanda eklediğim fotoğraflardan da görüleceği gibi tundra bitki örtüsüne  sahipti. Bu da demek oluyor ki ülkede bir iki devlet eliyle ağaçlandırılmış alan dışında hiç bir ağaç, çiçek, orman görünmüyordu. Uçsuz bucaksız yeşil süngerimsi çimenle kaplı ovalar ve kayalıklar vardı. Doğal bir orman örtüsüne sahip olmadığı için vahşi hayvanlarla da karşılaşmadık. Hatta geçtiğimiz çiftliklerdeki atları ve vahşi martıları saymazsak ülkede hiç hayvanla karşılaşmadık diyebiliriz. Kısacası, göz alabildiğine hiçlik içerisinde güneşin hiç batmadığı, yağmur ve rüzgarın hiç dinmediği bir ülke deneyimledik. Güneşin batmaması ve gece-gündüz döngüsünün yaşanmaması ilk 3 günümü çok kötü etkiledi. Kol saatimizden günü takip etmemiz gerekiyordu çünkü biz saatin akşamüstü 6 olduğunu tahmin ederken aslında gece 11.30 olduğunu saatle fark edebiliyorduk. Türkiye’de doğmuş büyümüş benim için bu çok yeni bir deneyimdi. Güneşin bulunduğu konuma göre ortalama bir saat aralığı tahmin etmeye alışmış olan ben, bildiğim hiç bir doğa kanunun işlemediği bir yerle karşılaşmıştım. Hayatta kalmak için en kısa sürede bulunduğum ülkenin  yeni doğal koşullarını ve kanunlarına adapte olmam gerekiyordu. Bunun yanı sıra, uyku düzenim de kendisini şaşırmıştı ve vücudumu sürekli uyanık tutmaya çalışıyordu. Çadır güneş ışığını tutma özelliğine sahip olmadığı için içeri sürekli giren gün ışığı, uykuya dalmamı ve uykuda kalmamı engelliyordu. Vücudum bana gündüz olduğunu ve artık hayata başlamamız gerektiğini hatırlatırken, ben onu bilimsel verilerle susturmaya çalışıyordum. Yıllardır alıştığım, hatta kışın erkenden geliyor diye kızdığım “gece” ye ne kadar ihtiyacım olduğunu anladım. Sağlıklı ve düzenli bir uykunun gece karanlığı ile olan bağlantısını böylesine yaşayarak öğrenmek…

     Bütün bunların yanında, ülke nüfusu çok az olduğu için (2017 verilerine göre 320.000) başkentleri dahil ülkede büyük bir sessizlik hakimdi. En sıcak olan yaz aylarında bile sürekli yağmurun yağdığı ve hava derecesinin 10-11 derece civarında dolaştığı bu ülkede, sokakta eğlenen ve vakit geçiren insanlara rastlamak çok zordu. Ülke genelinde hiç AVM veya büyük markalara ait mağazaları görmediğimi de belirtmek istiyorum. İnsanlar, kapalı alanlarda yaşamayı tercih ediyor, vahşi doğa ise sessiz sakin ve uçsuz bucaksız orada durmaya devam ediyordu. Ülkede hakim olan sessizlik ilk iki gün bana çok iyi gelmişti. Kendimi dinleyebilir, büyük şehrin gürültüsünden, sürekli çalışmamız ve kazandığımız paraları gereksiz yerlere harcamamız gerektiğini vurgulayan reklamlardan, tüketim üzerine kurulu bir kültürden arınabilirdim. İkinci günden sonra, aslında tam da hayalet ettiğim huzuru elde edemediğimi aksine bu sessizliğin beni huzursuz etmeye başladığını fark ettim. Ben günden güne sessizlik, hiçlik ve zorlu doğa koşulları yüzünden mutsuzlaşıp bir an önce ülkeden ayrılacağımız günün gelmesini beklerken; seyahat arkadaşım İzlanda’yı daha da çok seviyor ve kolayca uyum sağlıyordu.

      Bütün seyahat boyunca aynı zorlukları yaşadığımız ve aynı güzellikleri deneyimlediğimiz halde, bu ülkenin bizde oluşturduğu duygular çok farklıydı. Ben doğa koşullarının büyüklüğü ve hayattaki belki de en temel amacımız olan “hayatta kalma” güdüsüne çok daha fazla saplanmıştım. Doğa ile baş etmenin ne kadar zor olduğu ve benim bir insan olarak ne kadar küçük ve güçsüz olduğumu düşünüp duruyordum. Hayatta sahip olduğum bütün amaçlar gözüme tek tek anlamsız geliyordu. Daha geçen hafta yetiştiremediğim ödevim, sahip olmak istediğim yeni laptop, kaç para kazanacağım gibi büyük sorunlarım başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyordu. Daha büyük hayati dertlere sahip olduğumun bilincindeydim; güvenli bir yerde çadır kurmak, sakatlanmadan bu geziyi bitirmek, soğuk havaları hasta olmadan atlatmak…

        Kendi kendime düşünürken şu sözü verdim. Doğa ile uyumlu yaşayıp, en birinci amacımı (hayatta kalmak) yerine getirmek haricinde hayatta hiç bir güçlük beni çok fazla etkilemeyecekti. İnsan eliyle oluşturduğumuz bütün zorlukların üstesinden gelebiliriz. Mutsuz olduğumuz bir işte çalışıyorsak değiştirebiliriz, kendimize koyduğumuz hedefler bizi mutsuzluk ve stres batağına çekiyorsa yeni hedefler belirleyebiliriz, ödevlerimiz yetişmiyorsa yeni bir zaman düzenlemesine gidebiliriz… İstediğimiz kadar insan aklı ve teknoloji doğayı yendi sloganları atalım, hala doğa bizden çok ama çok güçlü ve güzel. Kendimize oluşturduğumuz amaçlar ve sorumluluklar hapishanesinden çıkıp, ona kavuştuğumuzda; nasılda başka dünyalara ait dertlerimiz olduğunu fark edeceğiz.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir